Annem, yoldaşım ve devrimci sanatçı Rüçhan Tolgay’ın anısına

Annem, yoldaşım ve devrimci sanatçı Rüçhan Tolgay’ın anısına

aşağıdaki yazı, 11 Mart 2020’de Rüçhan Tolgay’ın külleri, toprağa verilirken yapılan konuşmanın tam metnidir.

Kürsüden, “bu meydan artık 1 mayıs meydanıdır” denmişti ki, Sular İdaresin’den ve İnterkontinental Otelin’nden makineli tüfeklerin taraka sesleri duyulmaya başlandı.

Taksim Anıtı’nın önünde duran genç kadın ve oğlu, elele verip, adeta sek sek oynarmışcasına, düşenlerin, ezilenlerin, yaralananların ve ölenlerin üzerinden atlayarak 1 mayıs kürsüsüne doğru koştular.

Ancak orasının güvenilir bir yer olmadığına karar vermiş olmalı ki, genç kadın, oğlunu yakında duran sendikaya ait bir pikabın içine koymayı denedi.
“Çocuğu dışarı çıkarın, her an arabaya bomba atabilir veya tarayabilirler” diye bağırıyordu, şoför.
Genç kadın can havliyle kapıp, arabadan dışarı çıkardı çocuğu.
Gene birlikte, elele Taksim parkına daldılar. Mete Caddesi’ne çıktıklarında artık katliam meydanını arkalarında bırakmışlardı.
Tuhaf!
Suartlarında en ufak bir panik belirtisi yoktu.
Sakindiler ama bir o kadar da öfkeli…

Kanlı 1 Mayıs 1977, 31 yaşındaki genç kadınla 11 yaşındaki oğlunun yoldaşlıklarının, ortak devrimci yürüyüşlerinin bir nevi başlangıcıydı.
O, 11 yaşındaki çocuk bendim.
O, 31 yaşındaki genç kadın da annem, yoldaşım ve devrimci sanatçı Rüçhan Tolgay’dı.
Tabii ki onun devrimci yürüyüşü, 1977’den daha gerilere, 1967/68’e uzanıyordu.

Nasıl mı?
Gelin şimdi o yıllara kısaca bir uzanalım.

Rüçhan Tolgay’ı, Rüçhan Tolgay yapan o günleri solumaya çalışalım.
Evvela, her şeyden evvel Rüçhan Tolgay tüm hayatı boyunca tutkuyla yapacağı tiyatroyu dervimci fikirlerle buluşturmuştu.
Brecht ve Stanislavski ekolünün Türkiye’deki ilk temsilcilerindendi.
Zengin, eğitimli ve ayrıcalıklı olmayanlar sanattan anlamaz anlayışına kararlıca karşı çıkmıştı.

Eşi Ali Haydar Cilasun ile birlikte kurdukları Sahne Anadolu Topluluğu’yla 68’den itibaren şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında toplumun en altındakilerine, yoksullara devrimci tiyatroyu götürdüler.

Devletin baskısına, jandarmanın dipçiğine, polisin jopuna, faşistlerin ve islamcıların taşlı, sopalı, dinamitli saldırılarına boyun eğmediler.

Bilakis, toprak işgallerinden fabrika önlerindeki grevlere, üniversite kampüslerine varıncaya kadar işçilerin, köylülerin ve devrimci gençliğin soluğunu sahneye taşıdılar.

Rüçhan Tolgay’ın, 1968/69’dan beri tanıdığı, “Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür” diyen İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleri onun yaşamında bir dönüm noktası olmuştu.

Zira o yıllarda çok uzun bir süredir, insanlığın ve doğanın, kapitalist-emperyalist baskıdan, sömürüden ve talandan kurtulmasının yegane kurtuluşu olan komünizme, adına kısaca “Gulaş Komünizmi” denen bir revizyonizm bulaşmış, Sovyetler Birliği’nde kapitalizmi restore etmiş, dünyada bir çok komünist partisini felce uğratmıştı.

İşte böylesi bir ortamda, dünya çapında ayaklanan halk kitlelerine; sanatta, edebiyatta başka bir dünya arayışında olan entelektüellere ve sanatçılara, Mao Zedung’un rehberliğindeki, insanlığın komünizme doğru en bilinçli yürüşlerinden biri olan Büyük Proleter Kültür Devrimi ilham veriyordu.

İbrahim Kaypakkaya ise bu devrimin Türkiye’deki izdüşümüydü. Ve rejim onun ne denli tehlikeli olduğunu bildiği için yoğun bir sürek avının ardından, 1973’ün Ocak ayında Kaypakkaya’yı yakaladı ve 3 ay süren işkence sonucu onu Yaşar Değerli adındaki bir askeri savcının eliyle 18 Mayıs 1973’de katletti.

Aynı katil kısa bir süre sonra da o günlerde Diyarbakır’da bulunan Rüçhan Tolgay’ı bir ihbar nedeniyle 1 ay boyunca sorguya çekmişti. Tolgay, o yıllarda bir yandan Sahne Anadolu Topluluğu için, turne öncesi tek tek şehirleri dolaşıyor, daha sonra adı TÖB-DER olacak Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın şubeleriyle, sahneleyecekleri oyun için sözleşmeler yapıyordu. Ama öte yandan bu “iş bağlama”lar esnasında da bavulunun gizli bölümüne yerleştirdiği devrimci gazeteleri, bildirileri ve Mao’nun Kızıl Kitap’larını gittiği her yerde dağıtıyordu. 1 aylık sorgusu boyunca sadece serinkanlılığını korumakla kalmadı, aynı zamanda bavulunun gizli bölmesindeki propaganda malzemelerini düşmanın fark etmesmesini başarmıştı.

Bu örnek de olduğu gibi daha nice badireleri atlatmasına rağmen, ister o yıllarda adına “Halkçı Ecevit” denen Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki CHP iktidarında ister adına 1. ve 2. Milliyetçi Cephe Hükümetleri denen Demirel’li, Erbakan’lı, Türkeş’li koalisyon iktidarlarında olsun, gene de o ve eşi, devletin Sahne Anadolu Topluluğu üzerindeki teröründen ve yasaklarından kurtulamamışlardı. Çünkü “sol” da olsa, sağ da olsa hükümetlere hükmeden devletti.

Onun için 12 Eylül Cuntası’ndan iki sene evvel 1978’de Türkiye’yi terk etmeye karar verdiler.
Ama “elveda devrim” demediler.
Kişisel kariyer ve çıkarların peşine düşmediler.
Devrimci tiyatro yapmakta ısrar ettiler.
Sayısızca oyunu sahnelediler.

Rüçhan Tolgay, dünyanın talanı sonucu elde edile refah ortamında, adına yabancı denen göçmenlerin ve onların çocuklarının, ikiyüzlüce bu düzene entegre edilmelerine kararlıca karşı çıktı. Burada da devrimcilikte ısrar etti.
Savaşa, ırkçılığa, kadınların ezilmesine ve sömürülmesine karşı edebiyat çalışmalarıyla, sahnelediği tiyatro oyunlarıyla, özellikle genç kadınları ve kız çocuklarını, aklın özgürlüğü ve insanlığın kurtuluşu mücadelesinde yer almaları için, 30 sene boyunca dur durak bilmeksizin eğitmek ve onları dönüştürmek için mücadele etti.

Yetmedi, kendi can güvüenliğini hiçe sayarak kimi genç kadınları ve kız çocuklarını baba, koca, erkek kardeş zulmünden çekip aldı. Onlara kol kanat gerdi.

Rüçhan Tolgay, önce can sonra canan demek yerine, önce cihan dedi.
Dünyanın dört bir yanındaki devrimci kalkışmaları canla başla destekledi.
Unutmak mümükün mü?

1979’da, “Mehber Şah” sloganları eşliğinde İran’lı devrimcilerle Şah’ın yıkılışını, Frankfurt sokaklarında nasıl kutladığını…
Unutmak mümkün mü?

Afganlı devrimcilerle Sovyet işgalinin ortaklaşa protesto edişini…
Unutmak mümkün mü?

12 Eylül 1980’de Askeri Faşist Cunta’ya karşı yapılan yürüyüşlerde, mitinglerde gür sesiyle haykırdığı sloganları…
Unutmak mümkün mü?

Berlin’in Devrimci 1 Mayıslar’ı için nasıl insan seferber ettiğini, onlarla nasıl birlikte Enternasyonal’i söylediğini…
Unutmak mümkün mü?

Peru ve Nepal devrimleri için verdiği mücadeleyi…
Ve tabii unutmak mümkün mü?

Tüm bu mevzilerde çarpışırken yüzünden eksik olmayan gülücüğü, hazır sözlüğü, dobralığı, nüktedanlığı ve espiritüelliği…

Yılların zulmüne meydan okuyan bedenini 40 sene içerisinde tam üç kez ölümcül kanser hastalıkları, kalp krizi ve beyin kanaması yoklamıştı. Ama o, bütün bu hastalıklara tıpkı savcı Yaşar Değerli’ye direndiği gibi direnmiş ve verdiği savaştan muzaffer çıkmıştı.

2017’nin Kasım’ında gelen dördüncü kansere karşında da aynı kararlılığı göstermişti.

Tarifsiz acılara, ızdıraplara rağmen, iyimserliğini, iradesini yitirmeden, onu yanlız bırakmayan doktor ve sağlık uzmanı dostların, hastane personelinin ve tüm arkadaş çevresinin hayretle karışık, sempati ve hayran bakışları eşliğindet tıpkı “Kanlı 1 Mayıs”ta olduğu gibi oğluyla, yoldaşıyla elele vererek adeta, sek sek oynarcasına bu sefer metastazların, tümörlerin üstünden atlıyordu. Ta ki, 2020’nin 5 Şubat’ına kadar…
Arkadaşlar, yoldaşlar,

20.yüzyılın son çeyreğinde yaşanan büyük altüst oluşlar, sahte komünizmin çöküşü ve dünyanın kasvetli hali her devrimci gibi onu da meşgul ediyordu.

Devrimden umudunu yitirenler dört bir yana savrulurken, Rüçhan Tolgay, bir yandan devim ve komünist bir dünya arayışında ısrar ediyor, bir yandan da geride bırakılan esas olarak onca olumlu ve azımsanmayacak oranda da olumsuz, teorik ve pratik tecrübenin gerçek, tutarlı bir sentezini arıyordu.

Yaşamının son iki senesinde başucundan ayırmadığı, sıhati el verdikçe okuduğu bir kitap vardı.
Bu, Bob Avakian’ın bir kitabıydı ve üzerinde şunlar yazıyordu: “Yeni Komünizm, gerçek bir devrim ve kökten yeni bir toplum için gerçek kurtuluşa giden yolda bilim, strateji ve önderlik… İnsanlığı Kurtar!”

Şimdi, elele verdiğim annem ve yoldaşım artık yok!

Ah yoldaş!
Keşke görebilseydin…
Aynı idealler uğruna elele verdiğimiz yoldaşlarımız ve dostlarımız bugün burada.

Hoşça kal!

11 Mart 2020, Berlin

Devrimci sanatçı Rüçhan Tolgay’ın anısına 11.03.2020 Hasan Öcal