SÜRGÜNDE KAYAN BİR YILDIZ: RÜÇHAN TOLGAY

SÜRGÜNDE KAYAN BİR YILDIZ: RÜÇHAN TOLGAY

Ağır siyasi baskılar sonucu ülkeyi terketmek zorunda kalarak 1978 yılından beri Berlin’de sürgünde yaşayan enternasyonalist devrimci, sanatçı Rüçhan Tolgay 05.02.2020 de kanser illetine yenik düştü.

1978 yılının sonlarında Batı Berlin’de Türkiye İşçileri Derneği’nin Wedding semtindeki toplantı salonunda tanıdım Rüçhan Tolgay’ı. ATİF’e bağlı Türkiye İşçileri Derneği o günlerde hafta sonu toplantılarında tıklım tıklım dolardı. Dünyanın ve Türkiye’nin bütün sorunlarına işçi sınıfı bakış açısından yaklaşılır ve tartışılırdı. Tartışmalar yer yer devrimci gruplar arasında yarışa da dönüşürdü, yer yer de aynı grup içinde olmalarına rağmen farklı yorumlar yapan arkadaşlar arasında derinleşerek uzayıp giderdi. Tartışmaya, öğrenmeye ve öğretmeye zamanımız ve sabrımız çoktu!.. Her toplantıda düşüncelerini açıkça ifade eden, siyasi konulara hakimiyetiyle, giyimiyle kuşamıyla, kullandığı duru Türkçesiyle Rüçhan Tolgay hemen dikkat çekerdi. Kısa sürede kaynaşıp “sanatın devrime etkileri” üzerine konuşur olduk.

Rüçhan Tolgay iyi bir devrimci olma mücadelesi verirken iyi bir tiyatro sanatçısı idi. Eşi Ali Haydar Cilasun ve diğer arkadaşlarıyla birlikte kurdukları Sahne Anadolu Topluluğu adlı tiyatro ile tüm Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ını il il, kasaba kasaba, hatta köy köy dolaşmışlardı. Turne tiyatroculuğunun en zor koşullarda en iyi örneklerinden biri olmuşlardı. Rüçhan Tolgay tiyatroda rejiden oyun yazarlığına, sahne düzeninden oyunculuğa kadar her aşamasında çok başarılı çalışmalara imza atmıştı. Onu tanıdığımda hep kitlenin içinde idi. Sanatçı kibiriyle değil, devrimci kişiliği ile hiç bir devrimci kitle eyleminden uzak kalmamaya çalışan bir koşturma içinde idi.

Kültür ve sanat dergisi Yabanel’de Rüçhan Tolgay ile bir söyleşi yapıp yayınladık.Oniki Eylül koşulları idi ve cuntacılar ilerici gördükleri herkese saldırıyorlardı. O günkü düşüncelerini hatırlatmak için buraya söyleşiden kısa bir bölüm aktarmak istiyorum. “Türkiye’de sanat faaliyetleri hakkında neler düşünüyorsunuz” sorumuza: “Eksik bence sorun. Her yerde olduğu gibi, Türkiye’de de iki çeşit sanat var. Biri, şimdiye kadar burjuva kültürünün, batı taklitçiliğinin etkisi altında kalmış, yutturmaca, hep çağının gerisinde, gerici burjuva sanatı. İkincisi: Bütün bu zincirlerden kurtulmaya çalışan, köy edebiyatı ile başlayıp, tiyatro, resim, karikatür, şiir ve yazın alanında ayakta durmaya çalışan, çağına sahip çıkan sanat. Benim için ikincisi cevaplandırmaya değer. 1968-69’larda filiz verip, 1971-72’lerde fidanlaşan, devrimci sanatımızın dallarını kestiler kösteklemek adına. Oysa mevsim bahara dönüyordu. Köreltmek budama yerine geçti. Bir kesilen dal bin verdi. Taa 1980 güzüne kadar sürdü bu gelişme. Her devrimci alanda olduğu gibi. Seksenin Oniki Eylül’ü bolduzerlerle girdi ağaçlaşan fidanlığa. Kökünden söküp fırlattı çoğunu. Ayaklarının üzerine duramayanlar, yaşam adına selam durdu. Bolduzerlere alkış tuttu. Kökü sağlam toprağın altında olanlar direniyorlar ve direnecekler.”

Yaklaşık kırk yıl önce yapılan bu söyleşi sanki günümüzü konu ediyor. Zulüm de zulme karşı direniş de sürüyor!.. Rüçhan Tolgay ile bizi dost kılan bu direnişin parçaları olmamızdı. Bir de şapkalı önderin fikirlerine saygı ve bağlılık!..

2018 yılında Rüçhan Tolgay ile Elçin Öz, Şebnem Oğuz ve Süreyya Karacabey tarafından uzun bir söyleşi yapılıp Mimesis’te yayınlandı. Bu kapsamlı söyleşide devrimci hareketle ilişkiye geçmesini şöyle ifade ediyor: “Benim Türkiye’ye geldiğim dönemlerde Aydınlık Grubu kurulmuştu. Aydınlık Grubu’nun Kırmızı Aydınlık – Beyaz Aydınlık diye bir ayrışması vardı ve Beyaz Aydınlık çok hareketliydi. Tam benim hareketli olduğum, kendimi özgür hissettiğim alanlara yönelikti. İlkin bunlarla başladım. Çünkü toprak işgalleri vardı, 68 toprak işgalleri vardı ve bu işgallerin hepsine gidiyordum; Göllüce, Atalan, Söke toprak işgalleri; bunların hepsine gidiyordum. Oradan çok arkadaşlarım vardır; hâlâ yaşıyorlar kendileri. Daha sonra Beyaz Aydınlık’ın içinde hiç de kabul edemeyeceğim ters şeyler oldu siyasi açıdan ve sosyalizm açısından, hatta ulusalcılık açısından bile ters şeyler oldu. Çok genç, kendisini tanımadığım bir arkadaş çıkmıştı aralarından ve bu arkadaş, benim çocukluğumda annemizin bize anlattığı, resmî ideolojinin birtakım okullarda bize öğretilen köklerine karşı ayağı yere basan argümanlar getiriyordu. Kimdir falan derken İbrahim Kaypakkaya ile tanıştım. Çok azdır görüşmemiz; daha çok onun kadrosundaki arkadaşlarla tanıştım. Bu arkadaşın düşünce tarzı ve düşünce derinliği beni hayretlere düşürdü. Çünkü herkes ‘tam bağımsız Türkiye’ diyordu, ‘eşit işe eşit ücret’ falan diyordu. Bu arkadaş ise başka bir şey diyordu; tam da komünizmin derinliklerinden bir şeyler söylüyordu. Dedim ki tamam ben bu arkadaşlarla beraberim.” Böylece Rüçhan Tolgay için uzun bir devrimci yolculuk başlamıştı ve ölünceye kadar ona İbrahim Kaypakkaya’nın düşünceleri rehberlik edecekti.

Düşünceleri gereği kadınların özgürlüğüne büyük önem veriyordu. “Zaten dünyada benim özgürlüğümü kısıtlayacak hiç kimse yoktur. İçeride olduğum zaman bile çok özgür bir insandım, beynim o kadar özgür ki ne bir kelepçe dinler ne demir perde ve demir kapı…” diye özetliyor kendi özgürlüğünü… Kadınlardan ve genç kızlardan onlarca oyuncu yetiştirdi. Kadınların ve genç kızların tiyatro çalışmalarına katılmaları bir tür özgürleşmelerine atılan adımdı onun için. Berlin’de A 13 adlı kuruluşta uzun yıllar tiyatro pedagogu olarak çalıştı. Kadınların ve genç kızların kendi yaşam deneylerini tiyatrolaştırarak etkili oyunlar sahneledi. Kadınlar Destanı adlı oyun büyük ilgi gördü, beğeni topladı.

Rüçhan Tolgay yukarıda adı geçen söyleşide kendini ve sanatını şöyle tarif ediyor: “Şöyle diyeyim size ben komünizmle işe başladım, komünizmle büyüdüm, tiyatroya komünizmle başladım. Sosyalist falan demiyorum; kendime solcu demiyorum, ben komünistim ve böyleyim, böyle kabul ediyorum. Ben profesyonel tiyatroya çok karşıydım; Türkiye’de inatla demeyeceğim ama kendi inancımla durduğum için hiçbir profesyonel tiyatronun teklifini kabul etmemiştim. Türkiye’de olduğum dönemde turne tiyatrosu yapsam bile her tiyatroya ara verdiğimde gençler için oyunlar sahneliyordum; çocuklar için her sene bir defa çocuk tiyatrosu sahneliyordum.”

Rüçhan Tolgay hep açık fikirli oldu. Ölüm ve yaşam hakkında şunları söylüyor:  “Ben pek kendi adımı kullanmayı sevmiyorum. Yaşam felsefem bu, benden sonra bir şey kalsın istemiyorum. Bir ağaç, bir böcek gibi ne bileyim kocabaş hayvanlar gibi ölmek ne güzel; filler bile ölüyor, koskoca bizden çok daha büyük bir yaşam gidiyor, koskoca bir ağaç kuruyor; bizden çok daha sağlam bir yaşam gidiyor ama hiçbir izleri yok. Niye biz insanlar bu kadar egoistiz, bizden sonra bir şey kalsın; ben şunu yaptım bu kalsın istiyoruz” … “Ama şöyle bir şey var, ben bunları ne kadar çok devrim için yaptıysam, kendi devrimciliğim için de yaptım; kendi devrimciliğim bunu emrediyordu bana ve bunu yapmak zorundaydım; yapmasam kendime hesap veremezdim.”

Yoldaşı, arkadaşı ve oğlu Emrah Cilasun, Rüçhan Tolgay’dan ayrılık haberini şöyle duyurdu: “Ayrılık vakti geldi çattı… Annem, yoldaşım, devrimci sanatçı RÜÇHAN TOLGAY’ın küllerini 11 Mart 2020’de toprağa veriyoruz.”

Devrimin kızıl bir gülü daha dönüşsüz bir yolculuğa çıkıyor!.. Bir kez daha eksiliyoruz!..
Devrimci mücadelenin ve devrimci sanatın yorulmaz, yılmaz bir sanatçısı idi Rüçhan Tolgay!.. Kibirsiz bir devrimci, kibirsiz bir sanatçı, alçak gönüllü bir tiyatro öğretmeni idi. Profesyonellik uğruna piyasaya sanatını sunmayan, düşüncelerinden ödün vermeyen onurlu bir sanatçı idi.

Karanlığa meşale olanlar küllerinden yeniden doğarlarmış!.. Rüçhan Tolgay her gün, her yeni mücadelede bizimle olacaktır!…

Mustafa Demir, 20 Şubat 2020
Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi